Bali Adasından sevgiler…
Bali için söylenebilecek tek bir şey var, o da gerçekten “muhteşem” bir yer olduğu. “Hinduizmin en görkemli kalesi” desem herhalde çok doğru olur. Onu böylesine farklı kılan, benim kanımca, en önemli özellik, yoğun ve farklı bir dinselliğin yaşanması. Hindistan’dakinden çok farklı bir anlayışla yorumlanan Hinduizmin yarattığı farklı bir mimari, çok farklı dinsel seremoniler ve hayat tarzı, arkadaş canlısı Balililer. Bunların yanında dalga sörfçüleri için cennet denilebilecek plajlar, kilometrelerce uzanan pirinç tarlaları, artık anımsadığım Hindu tapınaklarının kirli ve pislik dolu görüntülerinin tam aksine, tertemiz ve bir örnek giyinmiş Hindularla dolu tertemiz tapınaklar, akşamın 6sından gece yarısına kadar süren çok farklı ayinler.
Başkent Denpasar fazla enteresan bir yer değil ama adanın ortasındaki Bali’nin kültürel merkezi Ubud, kelimenin tam anlamıyla, çok farklı bir Endonezya’nın en yoğun olarak yaşandığı harika bir yer. Her akşam kasaba merkezindeki ana tapınakta düzenlenen dinsel ayinde ilginç ritüel ve gösterileri izlemek, ama bunun öncesinde de tapınağa girebilmek için geleneksel kostümleri giymek, pirinç tarlaları arasında yaptığım uzun ve keyifli yürüyüşler, Kuta Beach’te Millertime Cafe’de cover müzik yapan ve beni “I will survive” ile çok eskilere götüren genç solistle sohbet, Sari Club’ta plaj kıyafetleri ile gelen Avustralyalı çılgın gençleri seyretmek, Balili rehberimin önerisi ile, gitmeyi düşündüğüm Uluwatu Beach yerine kuzeydeki Lovina’ya giderek her gece doyasıya balık yemek, plajın simsiyah kumlarında uzun yürüyüşler yapmak, güneşin batışını seyretmek ve herhalde hak ettiğimi düşündüğüm üzere, biraz farklı bir tatil yaşamak gerçekten keyif vericiydi. 6,5 ayın verdiği yorgunluğun üzerine biraz enerji toplama düşüncesi, adayı tamamen gezmeme engel oldu ama “bir dahaki sefere” dediğim nadir yerlerden birisi olmayı da başardı. Yine de, son anda bir araba kiralayarak rehber eşliğinde Uluwatu, Bingin, Nusa Dua’yı gezip Tanah Lot Tapınağında günbatımını izlemek gerçekten huzur vericiydi. Kesinlikle inandım ki, Tanrı, Asya yollarındaki güçlüklerle dolu zorlu yolculuğumdan sonra bana küçük bir lütufta bulunarak, bu küçük adada sanki bir balayı gibi farklı ve harika günler geçirmemi hediye etti.
Bali, sizin için de harika bir balayı alternatifi ya da evli dostlar için ikinci bir balayı alternatifi olabilir.
Evet bu Asya’dan son yol mektubum. Askerlerin deyişiyle bir FİS (Faaliyet Sonu İncelemesi) yapmam gerekirse söyleyebileceklerim; dokuz farklı ülke, hepsi de birbirinden güzel, tam 6,5 ay süren uzun ve zorlu bir yolculuk. Sırt çantamda ciddi bir temizlik yapıp dökülenleri yazmaya kalksam sayfalar, mektuplar dolusu olacak. En iyisi mi bunları gezi sonrasına bırakıp, 1999 yılındaki 4,5 haftalık Vietnam gezimle birlikte Güneydoğu Asya’daki tüm ülkeleri (Tayland, Burma, Laos, Kamboçya, Vietnam, Malezya, Singapur, Endonezya) tamamladığımı, bu ülkelerde kendimi evimde gibi hissettiğimi, özellikle Burma’da küçücük bir kasabada zorlukla yerini bulduğum, bakımsız bir halde bırakılmış esir Türk askerlerinin mezarlığından sonra artık dünyanın bu yöresinin kesinlikle ikinci vatanım olduğuna inandığımı, ama meslekteyken buraların tamamını görmemin kolay kolay mümkün olamayacağını da ilave ederek özellikle ilk defa gittiğim Nepal, Burma, Laos, Kamboçya ve Bali’de geçirdiğim harika günleri ömür boyunca unutamayacağımı, bu yolculukla birlikte tüm yaşamım boyunca kolay kolay tamamlayamayacağım kendi içsel yolculuğumda çok çok önemli kilometre taşlarından birkaçını geride bıraktığımı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Siz siz olun, insan ilişkilerinin birer dinamik sistem olduğunu, dinamik sistemlerin de yaşayabilmek için mutlaka enerjiye ihtiyaç duyduğunu, insan ilişkileri içinse bu enerjinin basit bir e-mail, bir SMS, bir kart, bir telefon, bir doğum günü kutlaması, birlikte içilecek bir çay ve de basit bir uğurlama olabileceğini asla unutmayın sevgili dostlar.
Yaşamınızın bundan sonraki bölümünde yolunuzu bir şekilde, Rajastan’daki Udaipur, Jaipur, Pushkar, Jaisalmer’e, Nepal’deki; Pokhara ve Bhaktapur’a, gerçi oldukça zor bir yolculuk ama Burma’daki Bagan ve Inle Lake’e (boş verin askeri dikta rejimi var diye sizi korkutup vazgeçirmeye çalışmalarını-belki de sahipsiz bıraktıkları ve asıl kendi ayıpları olan mezarlığı görmenizi istemiyor olabilirler), Laos’ta Luang Prabang’a, Kamboçya’da muhteşem Angkor harabelerine (korkmayın sizi “mayın tehlikesi var” diye korkutmalarından-yok öyle bir şey), Tayland’ta Mae Hong Son’a ve güneydeki adalara, Malezya’da Perhentian’ın Long Beach’ine, Endonezya’nın da bu sevimli adasına düşürmenizi şiddetle öneririm. Benim için ise, başlangıçta sevemediğim bu adalar ülkesi daha bitmedi. Gelecek sefere Lombok, Flores, Komodo, İrian Jaya, Sulawesi ve Kalimantan var daha.
Oldukça uygun bir Denpasar-Kuala Lumpur-Cape Town uçuşu ayarlayarak ayın 11’i sabahından itibaren Afrika topraklarındaki serüvenime başlıyorum. Asya kadar kolay olmayacak ama bakalım orada neler yaşayacağım ve sizlerle paylaşacağım? Umarım ve dilerim orada da her şey Asya’da olduğu gibi yolunda gider.
Kusura bakmayın sırt çantamdakilerle birlikte, içimdeki bazı şeyleri de boşaltarak hafifleyip Afrika yollarına düşmem gerekiyordu. Herkes, buralıların deyişiyle kendi karmasını, Anadolu topraklarında söylendiği gibi de “ne ekiyorsa onu biçeceğini” çok iyi bilmeli…
Sevgiyle ve sevgimle kalın hepiniz…
Dr. Faruk BUDAK