GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE UZANAN KÖPRÜDE ADIM ADIM 14 AY
ASYA – AFRİKA 2002 – 03
Afrika’nın ekonomik zorluklar içerisinde kıvranan, benzin ve sigara kuyrukları ile dolu, maalesef insanlarının yüzünün gülmediği bu problemli, ama güzel ülkesinden Merhabalar.
Yine uzun bir bekleme süreci. Bu sefer Zambia vizesi için. Pazartesiden itibaren beş koca gün vizeyi bekleyip bir sonuç alamayınca hafta sonunu tekrar Harare’de geçirmek yerine zaten görmek durumunda olduğum “Great Zimbabwe Monuments” için tekrar güneye Masvingo’ya gitmek, buradan da Gweru’daki Antilop Parkı olarak anılan doğal hayatı koruma alanına geçmek, sonra da tekrar Harare’ye dönüp vizemi takip etmek oldukça güzel bir alternatif olacaktı. Nitekim öyle de yaptım.
UNESCO’nun Dünya Mirası Listesindeki Great Zimbabwe National Monuments, ekvatorun altındaki Afrika’da bulunan en önemli arkeolojik kalıntılar. Özellikle Great Enclosure denilen eliptik yapı çok enteresan. 13ncü yüzyılda tamamlandığı düşünülen bu yaklaşık yüz metre çapındaki çift sur duvarlı yapının işlevi konusunda arkeologlar tam bir görüş birliğinde değiller, ama kraliyete ait bir kutsal yer olduğunu düşünüyorlar. 15 metre yüksekliğinde, aralarında sadece bir insanın geçebileceği bir aralık olan çift sur duvarı, hangi düşmandan korunmak için yapıldı acaba? Antik Roma ya da Yunan şehirlerindeki akropolisin bir örneği de, hemen yakındaki bir tepenin üzerinde. Güneş batımında orada olamadım ama gün doğumunda erkenden kalkıp, tepeden huzurlu bir Afrika sabahının başlangıcını izlemek oldukça keyifliydi. Ayrıca tepeyi direk gören harika bir rondavel’de (daire şeklinde çatılı tek odalı geleneksel evler) gecelemek ve Anıtlar bölgesindeki üç yıldızlı otelin açık büfesinde harika yemekler yemek, (tüm yemekler + konaklama 6 $:))) ) Great Zimbabwe’yi gerçekten büyükleştirdi gözümde.
Evet evet evet, geliyorum bu gezide şimdiye kadar yaşadığım en muhteşem olaya. Bir gün tekrar Oklahoma ya da Santa Fe’ye yolum düşerse, Kızılderililer ismimi sorduğunda “man walking with lions” diyeceğim. Gweru’da üç genç aslanla birlikte bir buçuk saatlik yürüyüş gerçekten müthiş bir olaydı. Zımpara gibi dilleri ile kolumu yalayışları unutulacak gibi değil. Gerçi arada sırada vahşi kedilikleriyle saldırı pozisyonuna geçiyorlardıysa da rehberlerimizin sayesinde geziyi vukuatsız bir şekilde tamamladığımı söyleyebilirim. Sabahki at gezintimizde de ilk kez zürafalarla karşılaşmak, onlara çok yakın olmak gerçekten çok hoştu. Siyah rehberimiz “çok şanslı olduğumu, bu kadarını bir arada görmenin çok zor olduğunu” söylüyordu.
Hoş olmayan tek şey, niçin bu kadar vize için beklediğim. Tüm Avrupalılar vizelerini sınırda alıp hemen geçiyorlar ama maalesef artık can sıkıcı olmaya başladı. Bereket, Harare’de kaldığım Hillside Lodge, şehir merkezinin gürültüsünden uzak, havuzu, kocaman bahçesi ve backpacker atmosferi ile oldukça güzel bir mekan. Burada tanıştığım Yeni Zelandalı 50 yaşlarındaki Kaya, gerçekten saygı duyulacak bir insan. Türkiye’yi de çok sıkı bir biçimde gezmiş bu yalnız bayan, Güney Afrika’dan satın aldığı ve içi bir karavana dönüştürülmüş eski bir Volkswagen minibüs ile yalnız başına Afrika’yı dolaşıyor. Dünyanın en güvenli şehri Singapur’a bile gitmeye çekinen bazı arkadaşlar için bence çok güzel bir örnek.
Bob Dylan’in 1975 albümü Desire’daki Hurricane’de geçen bir söz, burada bir taksi sürücüsü tarafından da bana söyleniyor. “Don’t forget that you are white”… ? Şehirlerin içi bazen jungle’dan daha tehlikeli olabiliyor…
Sevgiyle ve sevgimle kalın hepiniz…
Dr. Faruk BUDAK